Vesna


-Ne kadar güzel değil mi?
-Değil...
-Hıhı... (2)

Uyan!

Mükemmel bir rüya görmektesiniz. Belki de uyurken yüzünüzü bir tebessüm hali almış. Mis gibi uyumaktasınız. Sonra birisi gelip sizi uyandırıyor. Yüzünüzdeki o tebessüm gidiyor bir anda. Sonra o güzel rüyayı hatırlıyorsunuz, mutlu oluyorsunuz. Uyandırılıdığınız için üzülüyorsunuz. Böyle gidip geliyorsunuz işte. Doğal olarak yanağınız ağrıyor, bir gülüp bir durunca. Ruhunuz da yoruluyor tabii. Bu kadar karmaşayı kaldıramıyor.

Tatilden döneli çok oldu. Bunu yeni farkettim. Lucid dreaming üzerinde daha çok çalışmalıyım. Belki o zaman tatilim uzun sürer. Kamplumbağalarımdan bir tanesi ölmüş ben yokken. Diğeri de üzüntüden kendini güneşe verdi. Kafesinde küçük havuz gibi bir şey var. Balkona çıkarıyorum, ayaklarını oraya uzatıp yatıyor. Hayvanın hayatı tatil. Benimki gibi 1 haftada gelip geçmiyor.

Sonuç olarak, yine buradayım. Yazmaya biraz ara verebilirim. Bilemiyorum. Geçen bir yazı yazdım. Sevmedim onu. Henüz tam olarak hazır değilim galiba. Yazmak rahatlatsa da, daha rüya modundayım. Gerçeklere gelemedim. Onlar bana gelene kadar da beklerim herhalde.

Yoksunluk

O simdi yok.
Yakinda gelecek, biliyorum.
Sorun; simdi olmamasi, anlatamiyorum.

Sesini duysam da arada,
Geyik yapsak da telefonda,
Yazisamiyoruz ki doyasiya.
Yazisamiyoruz ki sikilasiya.

Burada olup da yazisamadiklarim gibi degil o.
Olmadigi icin yazamadigim, olmadigi icin canimin sikildigi.
Eglendigiyle, eglenebildigim.
Dostlarimin onde geleni.
Dostlarimin onde gitmeyeni.

Don de dur!
Hep oldugun yerde otur.
Dagdan done done inen peri kizlariyla gel.
Bir sana bir de bana.

Kopmayalim, olur mu?

Son not: Bu siirimsinin verdigi butun havayi su son notla yok edecegim, biliyorum. Olsun!

Sneyl Bey yokken bana destek olamiyor insanlar. Yalnizligima siginiyorum o yokken.

Yokluguna baskaldirisimdir! Biline!

Dondugunde, dondugumde, cilginlar atacagim, cilginlar atacagiyimdir.

Alkolizm sart mi? Degil. Icelim, dertleselim yeter.

Küs, Fiti...

Küs ve Fiti mi?
Evet bunlar benim taktığım isimler onlara.
Kimlere?
Dur, dur anlatacağım yine tek tek.

Efendim, bugün tatil için ıvır zıvır alışverişi maksadıyla dışarı çıkmıştım. Neyse işte ıvır zıvırlarımı alırken, pet shopa girdim kedi seveyim diye. Malumunuz, kedi almadılar bana hala bu arkadaşlarım. Yine de Gaijin'i biraz bu konudan uzak tutmaya başlayabilirim. Kedileri sevdikten ve bir ah çektikten sonra başka hayvancıklara yöneldim. Evet, hayvancık diyorum. Su kaplumbağalarını gördükten sonra dedim ki: "Ulan alsam şunlardan 2 tane. Tamam işte. Kedim olana kadar idare ederim bunlarla." Dışımdan demiş olacağım, adam, "Efenim?" dedi.

"Ne güzel len bunlar böyle." diye sevimli bir gülücük attım adama. Yanlış anlamadı şansıma. Her neyse, adama anlattım. İşte, ben aslında kedi almak istiyorum ama henüz alamıyorum. O yüzden bunlar beni oyalayabilir diye düşündüm. Hatta almayı da düşünüyorum şu vakit dedim. Tırnak içinde yazması da zor oluyo böyle idare ediver dedim. Tabii, dedi adam. Neyse ben seçtim 2 tane. Gerçi hepsi aynı geldi o an gözüme. Bileydim eve gelince bir tanesinin küseceğini, daha seçici davranırdım. Gayet sevimli hayvancıklar. Öylece bakıp vakit geçirebiliyorsun. Ben bunu yaptım, evet.

İsim meselesine gelince... Dediğim gibi, bir tanesi eve gelince resmen küstü. Satın almadan önce ordan oraya yüzen maskot yokoldu sanki. Gözleri kapadı, duruyor öyle. Bu sebeple adını Küs koydum. Diğeri ise tam tersi. Resmen enerjik. Fiti fiti oraya buraya yüzdüğü için, adı Fiti oluverdi. Tamam öyle bakmayın hemen. Çok düşünerek koymuş olduğum isimler değil, ne yapayım. Birden içimden geldi.

Yalnız, Küs için hakkaten üzüldüm. Kış uykusuna da bu ay yatmaz diye düşünüyorum. Hadi bir Ekim olsa, belki. Yarın gidip sorabilirim aslında. Yemek yemiyor hayvan. Diğeri tam bir canavar. Kafasını Küs'ün boyu kadar uzatabiliyor neredeyse. Normalde günde 2 tane kurtçuk vermem gerekiyor mama olarak. Ama deli Fiti anında bitirdiği için ve Küs yememekte direttiği için, diğerlerini de ben yiyebilirim ulan diyerek yüzme hızını %100 arttırabiliyor. Mama mücadeleleri zevkli olacak gibi duruyor.

Her neyse efendim, hakikaten kediye kadar oyalayabilecek nitelikteler. Her ne kadar fazla temasta bulunup sevme imkanımız olmasa da...

Büyrün bunlar işte;
Sol kısımdaki zavallı, tahmin edildiği üzere Küs. Gerçi buradan öyle durmuyor. Halbuki, o anda uyumakta kendisi.
2. resimde Fiti'nin nasıl fiti olduğunu görüyoruz.

1234



Ne kadar güzel değil mi?

Temmuz Giderken

Bir ayı daha bitirmenin verdiği sevinç ve hüzün... Her ayın sonunda yapmadığım gibi ilk defa bir ayı uğurluyorum burada. Ama yine bir amacı var bunun. Bilirsiniz asla amaçsız, seaçma (yanlış yazmadım bilerek böyle) sapan işlerle uğraşmam. Uğraşır mıyım? Aşkolsun.

Bu blogu açalı 1 sene olmuş, hatta geçmiş. İşte, normalde bunu geçen ay yazmam lazımdı. Yazmamışım, unutmuşum. İnsanım sonuçta. Yani maksat, aman efendim 1 seneyi doldurdu blog. Takip ettiğiniz için teşekkürler. Takibe devam, aman peşimi bırakmayın gibi cümleler sarfetmekti. Olmadı. Yapamadım. O yüzden içimde kalmasın dedim.

Ağustos geliyor. Bu da benim için demek oluyor ki; tatil geliyor. Ağustos ayında pek göremeyeceksiniz beni. Belki bir blogger status olsaydı, oraya yazardım tatil diye. Yok işte ne yapayım. Ben mi yazayım şimdi oturup kodunu? Aşkolsun. Tatildeyim ki ben. Şşş! Okur! Görüşürüz hadi.
Arada bir hatırla yine, gel uğra.
Bakarsın yeni şeyler bulursun burada.
Aloha!

Ailemin Estetik Kaygıları

Kahvaltısını etmiş, çay sefasını yapmış ve bilgisayarının başına geçmiş oturuyordu. Sakin, rahat, huzurlu. Evde oturulabilecek en açık saçık şekilde, bir diğer tabiriyle saldım çayıra mevlam kayıra şeklinde, sandalyesinde oturuyor, güle güle sözlük okuyordu, ta ki zil çalana kadar. Önce şaşırdı. "Allah allah, pazar günü bu saatte bize kim gelir ki?" diye geçirdi aklından. Kardeş, anne ve baba meşgul olduğundan, pencereye doğru yöneldi. Yavaşça başını dışarıya doğru uzattı. Yine o bir türlü ısınamadığı, karpuzcuyla bağlantısını kuramadığı teyze çalmıştı zili.

"Oğlum!" dedi, "Karpuzcu geldi de, alacaksanız...".

Usulca "Peki, teyze. Bir annemlere sorayım." diye yanıtladı.

İçeriye döndü ve

"Babaaaa, karpuzcu gelmiş, alacak mıyız?" diye çığırdı.

Gelen cevap annesine aitti,

"Hadi oğlum, bir koşu in de iki tane alıver güzellerinden."

Cevap verdi oğlu, "Ya anne ne karpuzu ya? Aşalım artık karpuzu, başka meyvelere yönelelim. Kim inecek zaten şimdi aşağıya? Ben bu halde inemem.".

En sevdiği mor karl malone t-shirt'ü ve beyaz üstüne siyah desenli süper-mini şortuyla dolanmaktaydı çünkü.

"Ee oğlum ne güzel üstün başın, öyle iniver işte, zaten kapının önü kim görecek?" dedi annesi.

O eskiden dışarıya yırtık kotla çıkmak istediğinde, "Oğlum ne güzel pantalonların var niye yırtık pırtık olanı giyiyorsun? Valla seni değil beni ayıplarlar." diyen anne sanki bütün estetik kaygılarından sıyrılmış, hayatı sallamaz hale gelmiş ve oğlunu karpuz almaya yollamak için ikna etmeye çalışıyordu.

"Ne, hı?" diye şaşırdı çocuk. "Anne bu sen olamazsın" diye söylendi içinden.

Üzerini değiştirmemek aslında onun da işine geliyordu. Fazladan bir de üst-baş işi çıkmayacaktı çünkü. Kapıyı açtı ve anneannesinin hacdan dönerken getirdiği siyah parmak arası terliklerini geçirdi ayağına. Normalde kullanmazdı o terlikleri, ama "Madem battık tam batalım" diye düşünüyordu bu sefer. Teker teker indi merdivenleri. Dış kapıyı açtı ve karpuzcunun yavşak gülümseyişiyle karşılaştı.

"Abi," dedi karpuzcu, "Kaç tane vereyim?".

"İki tane, güzellerinden olsun ama hep senden alıyoruz bak." diye yanıtladı karpuzcuyu.

Artik ikisi de yavşak yavşak gülüyordu. Karpuzcunun yapacağı satışın sevincine değil de, kendisine güldüğü aklına geldi bir an. Sonra "Yok lan, olamaz. Kendisi de takım elbiseyle satmıyor sonuçta karpuzu." dedi. Aldığı karpuzların parasını ödedi ve yukarı çıktı. Aklında mahalledeki kaç kişinin onu bu şekilde gördüğü sorusu yankılanıp duruyordu. Bu kez aldırış etmeyecekti. Nasılsa annesini ayıplarlardı. Yoksa o çocukken miydi? İçine bir kurt düştü, ama sessiz kalmayı tercih etti. Eve girdi ve karpuzları mutfağa bıraktı. İçeri döndü. "Getirdim karpuzları." dedi annesine. O anda babası onu bitiren cümleyi kurdu:

"Oğlum bu halde inilir mi hiç aşağıya!!!"

Bu yazıya daha önce tesadüf edenler için geliyor; o kişi, bu kişi. Hangimiz er kişi?

Sıkıntıdan - 2

Elektrikler hala gelmedi. Blogu sondan başa okuyanlar için uyarı: Bunun öncesinde de bir yazı var!

MP3 playerımı açtım. Red Hot Chili Peppers dinliyorum. Aslında Coldplay dinleyecektim. Fakat, shuffle sağolsun, bana “She’s Only 18” açtı. Ondan sonra RHCP’ye geçiş yaptım. Zaten bir süredir dinlemiyordum. Ayrıca böyle etrafta hiç ses yokken, kulaklıktan dinlemek güzel oluyormuş. Slow Cheetah sırada tahmin edildiği üzere. Her neyse, henüz uyumadım. Saat sabahın dördü. 3 saat sonra karşılamam gereken biri var. Ondan sonra da Su ile kahvaltı. Aaa ondan bahsetmedim hiç. Gerçi bahsetmemek daha doğru. Çünkü bu blogda bahsetmek doğru olmaz. Hayır, başka bir blogum yok. Sadece bahsetmek istemiyorum. Nacizane dostum bilir bu sitenin açılış nedenini. Bir başkasına gerek yoktur. Drivin’ to eat a Carvel Cake deyip bitireceğimi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Sadece Slow Cheetah bitti. Slow Cheetah ve Carvel ne alaka? İşte anlayana. Bu arada kolum yandı. Yani teorik olarak. Teknik olarak... Sadece mum alevinde. Kızarıklık. Telaşa gerek yok. Kokladım. Mum! Evet, koku hoş. Ancak acı feci.

Sıkıntıdan yazmaya devam etmekteyim. Ancak bir süre pencereden dışarıyı izleyeceğim. Biraz “next track” tuşlamalıyım. Dur! Wet Sand... AK’nin en sevdiği şarkılardan. Henüz ıslak kumda oluşacak bir isim bulamadım ama sanırım bulurum. Yeni isim bulabilirim. Islak olmayan.

04:10

Şarkıyı dinledim bu süre zarfında. Beni etkiliyor. Mükemmel bir şarkı. Şimdi bir shuffle zamanı. Sadece RHCP ve Coldplay ile dolu bir MP3 player bana ne kadar sürpriz yapabilir bilmiyorum ama bu sürpriz hoş oldu. “How You See The World”. Keşke “world” yerine “home” olsaymış. Şşş... Biraz sabır. Anlatacağım. Ya da anlatmam, belli olmaz. Elektrik idaresine bağlı! Sabaha kadar gelmezse anlatırım. Gelirse eyvah! Sımayliğ. ..

Colplay – Lost! dinleyin efenim... ((Akustik olanı tercihimdir...))

04:15