Muhtemelen 2008'in son postu olacak bu. Şimdiden herkese iyi yıllar diliyorum. Saçlarımızı kırmızıya boyayalım. Şimdi geldi bu fikir aklıma ama yakışır bence. Güzel gibi olur. Neyse denemeye değer... Öptüm hepinizi. Hoşçakalın. Yarınki vizede başarılar. Vizeden sonra laboratuvarda başarılar. Sonra finaller için başarılar. Hayırlı uğurlu olsun.
Gördüm ki "hit" sayısında bir coşma oldu bugün. Okur sayısının arttığını görünce mutlu oluyorum. Bazıları dilden ötürü bir şey anlamasalar da uğruyorlar işte. Olsun uğrayın yine de.
Sarı konusuna açıklık getirmek gerek artık! Zira soran arkadaşlar oluyor, sarı ne diye. "Sarı lan bu!" diye cevap versen de anlamıyorlar. Espriyi açıklığa kavuşturayım dedim.
PS: Resme tıklarsınız artık bir kere, daha büyük görmek için.
Horluyormusum. Madem horluyorum, madem uyandin, durt de ben de uyanayim ya da sagima, soluma bir tarafima doneyim. Cok sinirlendim bu kez size. Hic de belli etmedim ama.
Hasiktirin lan oradan!*
Saat 04.27 de post geliyor. Ariyoruz acan yok.
Yalniz kalmayi hakettim mi lan?
Bana karsi birlik olmanizi hakettim mi?
Hasiktirin lan oradan!
Kahvaltida rakiyi biraz fazla kacirmisim.
Hasiktirin lan oradan! Sari bu gotunu satsan alamazsin!
Ucan arabalar sizi.
Seviyorum lan sizi itogluitler!
Hasiktirin lan oradan simdi!
Siktirin gidin!
*: orada yazmisim oradan yazacagima ona da sinirlendim.
Benim sayabildiğim bu kadar sadece. Yani hep öyle söyleniyor. Olsun 14 iyidir. Güiza’nın forma numarasıdır. Nicelerinedir.
Kadim.
Etraflarında olup bitenlerin farkında olmalarına rağmen birbirlerinin farkında olmayarak geçirmişlerdir ilk yıllarını. Ta ki bir sonraki seviyede buluşuncaya dek...
Yine birbirlerinden habersiz, kalabalık bir yerde karşılaşırlar. Ama aynı gruba dahil değillerdir. Sadece yan yanalardır. O da ne? Hoppa! Dahil olurlar aynı gruba. Böylece amansız bir birliktelik başlayacaktır. Tabii yine kişilerimiz bundan habersizdir. (Aynı gruba nasıl dahil oldukları çok ince bir detaydır. Bu sebepten bu hikayede değinilmemiştir.) Birden üçüncü bir kişi daha dahil olur daha ilk günden. Neyse ki bir hassas noktası bulunur ve postalanır. Çünkü, o kişide gereken nitelikler yoktur. Sadece “esirik” olarak geçmiştir kayıtlara.
Günler birbirini kovalar. Onlar da kovalar. Bir top peşinde koşar dururlar. Oysa ki bir tanesi hiç sevmez futbol oynamayı. Hatta takıma bile alınmaz. Diğeri ise “o” olmazsa ben de olmam diyerek resti çeker ve onu da takıma alır. Çünkü, bu hayatında da böyle olacaktır. Böylece paylaşma başlamıştır. Giderek artarak ve belleklere birçok anıyı kaydederek...
Büyümektedirler. Tabii ki ihtiyaçları da büyümektedir. World Cup ’98 oynayarak yeni keşiflerde bulunmaya başlarlar, keşiflerinin doğru olduğunu sanarak. Ama ısrarcıdırlar, onun da doğrusunu bulurlar. Yardımlaşırlar. Anlaşamadıkları konularda hemen bir kaset kaydedip bunu sesli olarak tartışırlar. Kaset yok olup gitmişse de, bu da belleklerine kaydedilmiştir. İlk nargile içtiklerinde, köz bitince nargilenin de bittiğini sanacak kadar da saftırlar. (Halbuki şimdi bir tanesi bildiğin uzman olmuştur ya neyse!) Oysa oradan kalkmasalar, başka şeyleri daha göreceklerdir. Okula bile kayıt olmuşlardır. Bir tanesi olamamıştır. Diğeri ise bir kulağında kulaklık olduğundan ne dediğini bile anlamamıştır ama kayıt olmuştur. O an için önemli bir olaydır. *Haloğğ* şeklinde kalın bir ses tonuyla bazı hikayeler anlatırlar. Anlatmalarını isterler. Bisikletleriyle uzun yola çıkarlar. Pek uzun olmasa da onlar için uzundur. Hatta otobüse bisiklet koyacak kadar uzun yola çıkarlar. Bu sayede biri hayatında ilk defa “çardak” görmüştür, güvercin uçurmuştur. Öyle bir yer olduğunu bilmemesine rağmen, bilmiştir.
Ardından bir 3 yıl daha geçer. Bu kez yolları gerçekten ayrılacaktır. Ayrılmıştır da. Ancak onlar ayrılmamıştır. Yeni bir yol yapmışlardır. Bu kez yeni yollarında da birliktelerdir. Her geçen sene bir öncekini anarak geçirirler. Belki bir ‘80ler ‘90lar partisi gibi değildir bu, ama yine de ‘Geçen Sene partisidir. İlk defa tatile gidecek kadar yakın olmuşlardır. Tatile gitmek her ne kadar yakınlık göstergesi olmasa da, bu o dönem için oldukça iyi bir göstergedir. Yine yeni anılar belleklerine kaydedilir...
Büyürler... Hem de bildiğin eşşek kadar adam olurlar... Öyle böyle değil yani. Baya baya büyürler. Yol ayrımına geldiklerinde, bu kez yolları kendiliğinden birleşmiştir. Bunu da tatilde öğrenmişlerdir bir nebze.
Bu kez işler umdukları gibi gitmemiştir. Aynı yol üzerinde olmalarına rağmen hiç denk gelmemişlerdir eskiye oranla. Ancak birbirlerine rastladıklarında, sanki o yolu beraber yürüyormuş gibi devam ederler. Tabii yeni anıları belleklerine kaydederek. Bu kez başka başka anıları olur ve birbirlerine anlatırlar, yaşarlar, paylaşırlar.
Ne kadar az görüşseler de yine eskisi gibidirler. Öyle de olacaktır! İyi ki vardır! İyi ki o gruba dahil olmuştur. İyi ki o sıraya girmiştir! Onun gibileri de girmiştir belki o sıraya. Ancak o hep ilktir. İlk olacaktır. Başkadır çünkü. Sır(a)daştır! Belleklere anı kaydedilecek yer daha çoktur. Sonsuza kadar dolduracaklardır onu da...
Merhaba. Adım Ali Sait Meydey. Kokoreçciyim. Buralarda benden daha iyi kokoreç yapanı bulamazsınız. Varsa buyursun gelsin hodri meydan diyorum…
Evliyim fakat çocuğum olmadı. Kaç tane doktor gezdik, ama maalesef hiç saymadık. O yüzden kaç doktor gezdiğimizi bilmiyorum. Bilen varsa buyursun gelsin hodri meydan. Yoksa sussun otursun kudri meydan…
Neyse, biz de evlat edinmeye karar verdik. İki erkek çocuk edindik, ikisini de okuttuk. Okusunlar diye özel hocalar tuttuk. Hocalar da okudular sağolsunlar. Ama bir fayda etmedi, çocuklarımın gözleri hep başka baktı. Çocuklarının gözleri daha başka bakan varsa buyursun gelsin, hodri meydan…
Yine de eşimle onları çok sevdik. Öz çocuklarımız gibi baktık, büyüttük. Baktık büyütemiyoruz, başladık dövmeye. Çocuk dövmek eğlencelidir, çünkü çocuğun elleri kolları yetmez. Tekmesi yavaştır. Yumruğu pamuktur. Tokadı komplekslidir. Bitse de ağlasam diye düşünür. Halbuki ben öyle mi? Yaradana sığınıp bir koyarım, yere dana düşmüş gibi düşersin. Dayağı yersin! Canın acır, üzülürsün. Sen dizime yattın, ben seni tokatladım. Sonra sen büyüdün. Ben senin dizine yattım, sen beni tokatladın. Bu işler böyledir. Buyur gel hodri meydan…
Ulan deyip duruyoruz, nedir bu hodri meydan deyip sözlüğe baktım. Üzüldüm. Hodri’nin hiçbir anlamı yokmuş. Delikanlı gibi konuşuyoruz derken, manasız manasız saçmalıyormuşuz…
Ben de hodri meydan yerine bedri baykamdemeye karar verdim. O da kanlı canlı adam, gelir beni bulur işler karışır. Abidin dinodesem; “abicim kim o?” derim. Ne yapsam ne yapsam, hodri meydan diyorum ben yine. Sonuçta herkesçe bilinen bir söz. Eskiden erkekçe diye bir dergi vardı, o da herkesçe bilinmezdi.
Neyse bizim iki oğlan şimdi büyüdü. İkisi de üniversiteye gidiyor. Daha doğrusu, sabah üniversiteye diye evden çıkıyorlar ama genelde köşedeki liseye kadar devam edebiliyorlar. Orta birden terk etmek istediler. Bir vurdum, orda birden “törk” ettiler. Korktum. Sen korkmaz mısın? Korkmam diyen varsa buyursun Audrey Meydan…Bunun da okunuşu benziyor ama tutmaz evet…
Eeeh her boku tutar tutmaz diye mi yapacağız? Audrey demek istiyorsam Audrey derim! Fransa’da tutmuş. Audrey Tuttuou diye filmi bile var. Gidin görün. Kötüyse buyrun gelin beni bulun haydi mercan!
Neyse bizim iki oğlan okumadı. Verdik bir yere çalışmaya başladılar. Eti senin kemiği benim derken ikisini de yemişler iş yerinde. Canımız sıkıldı. Kafamız karıştı. Neşemiz yerine geldi.
İki tane kız çocuk aldık yeni. Onları çok sevdik. Audrey ile Mercan… Ne dersiniz? Hah hah hah evet! Doğru bildiniz!
Başlarım personal life değerlendirmenize sizin artık! Yeter ya! Burama kadar geldi artık. Nesiniz siz? İşiniz gücünüz yok mu? Hayır, bug mısın arkadaşım? Yapmadığım şeyleri de yapmışım gibi gösteriyorsun bazılarına... Sinirlerim laçka laçka...
Çektin gittin. Tek bir söz söylemeden hem de. Bu kadar kolay mıydı? Her şeyi bir kenara bırakıp sessizce gitmek... Soruyorum sana! Saatlerce bekledim. Belki gelirsin diye.
Hep bir umut vardı içimde. Sarıldım ona. Seni bana getirsin diye yalvardım. Peki sen!? Sen neredeydin ha!? Çektin gittin öylece.
Eve gelen misafirlere inat bekledim. Çağırdılar gitmedim. Seni bekledim. Sen neredeydin ha!? Çektin gittin öylece.
Unutmamışsın sağol, mesaj attın duygulandım. Hatırladın beni. Kenara savurduğun beni hatırladın. Şimdi neredesin, ne yapıyorsun biliyorum artık. İnsan gitmeden yazar lan de mi? Ayıp lan vallaha ayıp.
Yok ya ne bekleyecem seni. Gayet takıldım ben arkadaş! Şaka lan şaka... Bekledim de çok değil. 10 dakika falan işte. Zaten sonra gitmişsin, haberim bile yok. Naber?
Not: Misafir gelince dolma çıkarıyor olum annem. Gayet yedim gittim de. Ne gitmeyecem! Not2: Bu da böyle sezar kodu bir sürprizim olsun sana. Kişisel bir blog sonuçta. Hayır yakında bomba bir düzenle de gelebilirim. Kimse bilemez bunu. Blogla başlayan yolun sonu nereye varır bilinmez. En güzel kısım şimdi başlıyor. Not3: Öyleyse herkes için gelsin; Coldplay - Hardest Part No Thanks:Chipler de bitti. Hayırlı olsun.
Eskiden dergi çıkarırdık. Onları buldum. İlk 3 sayısı var gerçi bende. Bir tane daha olacaktı. Ondan sonra bir daha çıkmadı. Alan olmadı pek. Adını vermeyeceğim derginin. Onlardan biraz alıntı yapmak istedim burada. Çizimleri aktaramayacağım tabii, sadece yazı olan bölümlerden alıntılar yapaciğum.
#1
İşimde Yok... Gücümde (-de'ler bitişik)
* bir kelime, üç işlem, dörtyüzaltı öksürük... * abi bi' baktık öpüşüyoruz... * japon konsolosu osaka kız lisesi mezunuymuş diye duydum... * hadi iyi günler!... * tmm chaw. Not: Dergimizin çıkacağını son anda haber aldığım için alalade yazdım. Gülmezseniz ekime, gülmekten yarılırsanız s.kime kadar. ******@***dergi.com (evet ifşa etmeyeceğim)
#2 İşimde yok gücümde köşeni yazmamışsın bak burda, kınadım seni. Boş basmışız orayı.
Mr.Z ile geçirilen koca bir cumartesi gününden sonra herkesin ağzı kulaklarındaydı. Yolculuk esnasında yerüstü ve yeraltında yaptığı birbirinden değişik hareketlerle insanları kah güldürdü, kah şaşırttı. Tabii bizlere de dergimiz için bir sürü malzeme sağladı. Ancak bu sayımızda şahsen ben, Mr.Z'nin ilk sayıdan sonra birden ünlenmesini ve birçok kesim tarafından aşırı sevilmesini işlemek istedim. Malum yerim kısıtlı. Cumartesi günü çıkan malzemeleri de ileride aktarırım inşallah.
Selametle, ...... (Mail ile ilgili bir not var burada; hala mail adresi alamadım, explorer hata verip duruyo, kusura bakmayın, iyi günler...)
#3
?Böyleyken Böyle
*Günübirlik, günaşırı, şöbiyet, kompresör, şarampol, fevkalade kelimelerinin en az birini sevmeyenler 3 Şubat 2008'de günübirlik Nijerya'ya gidecekmiş. * Sağ ayaklı sol bekler toplanıp galeri açacaklarmış. * Hesap makineli saatler vardı. Ne oldu onlara? * Hollanda sular altında kalmış. * Dünyanın en güzel ülkesi Avustralya imiş. * Nacho kapanacakmış. * Ne zaman? * Salı günü. * Yapılan ortamların verdiği gaz ile, parasız olunmasına rağmen "buyur karttan çek!" denilecekmiş.
Not:Yayınlayamadıklarım için dergi çizer ve yazarlarından özür dilerim. Anı olsun diye buraya taşındı bir kısmı. Yoksa duruyor hepsi. Merak: Nerede yayınlandı bu dergi? Gizli....
Bundan iki ay öncesine kadar yeni yıl için bir düşüncem vardı. Olmadı. Yani olacak gibi durmuyor. Sadece heyecan. Belki de ne kadar değiştiğimin göstergesiydi. Bir insan iki ay sonrasında başka bir değişim sürecine giriyor bu kez. Değişiyorum, evet. Eskisinden pek fazla götürmesini istemiyorum. Kötüleri alsın sadece. Bozulanları. Ha, bu arada, yeni yıl için düşüncem vardı derken; kutlama için değildi. 19 Ocak içindi. Beraber kutlayacağız yine. 19 Ocak için gerekenleri sağlarsam neden olmasın diyorum ayrıca. Yani eski ben, yine eski ben. Olsa ne güzel olur. Burada merak uyandırmak değil aslında amacım. Ya da uyanın! Merak uyanın!
Bir şarkı var, yazması zor şimdi. Üşendim. Latin harfleri ile yazarsam bir işe yaramaz. Hemen anladık! Rusça evet. Çok güzel, onu söyleyeyim dedim.
Bu yazdıklarımdan bir sonuç çıkarıyor muyuz? Hayır. Çıkar gibi oluyor da çıkmıyor. Benim söylemek istediklerimi yarım yamalak söylememden kaynaklanıyor bu. Yani, hem söylemek istiyorum hem de tam söylemek istemiyorum. O yüzden yani. Neymiş? Bir düşüncesi varmış ama olmayacakmış. Nedir düşünce? Belli değil. Neymiş? Bir şarkı varmış, çok güzelmiş. Nedir şarkı? Belli değil.
Hadi biraz gerçek şeylerden bahsedelim...
Fotoğraf çekmesini bilmeyenler çekmesin. Ben çok mu biliyorum? O yüzden değil bu sitemim. Alıyorlar milyarlık/binlik fotoğraf makinelerini, ondan sonra çekiyorlar da çekiyorlar. Sinirleniyorum! Hayır tamam anladık seviyorsun da, biraz güzel çek ya! Ondan sonra Facebook notification alert! Bakma kardeşim zorla mı? Bakıyorsun işte. Bak bak sinirlen.
Dün portakallı nargile yaptım. Çok şahaneydi. İlk defa tek olarak içiyorum. Yani karışımların içinde olurdu portakal ama bu kez tek başına sahnedeydi. İyi oluyormuş. Kış nargilesi işte.
Bu arada yine acayip acayip rüyalar görmeye başladım ben. Filmlik olan çeşitlerden. Hayır bir de rüya yarıdayken uyanıyorum, sonra tekrar uyuyorum rüyanın sonunu görmek için. O bitiyor, bir diğeri başlıyor. Ben de uyudukça uyuyorum. Ne olacak böyle? Bir rüya programı olsa, seansları falan bilsem de o saatlerde uyusam olmaz mı? Yoksa 20 saat uyuyorum arkadaş.
Salı günü deneylere başlıyoruz morla ile. Haydi hayırlısı diyorum. Zevkli olacak ilerleyen haftalarda.
MSN Edit: Bugün Fenerbahçe - Beşiktaş maçı vardı. Fenerbahçe 2-1 yendi, tamam. Ben de Fenerbahçe'yi tutuyorum bilindiği gibi. Sevindik, tamam. Sözüm Galatasaray'ı tutan arkadaşlara: Neden Beşiktaş'ı kutluyorsunuz? Bu nasıl bir nefrettir? Böyle şeylere sinirleniyorum işte. Ondan sonra nefret et Galatasaray'dan. Olacak iş mi? Gidin kendi takımınızla ilgilenin!
Sanırım o sabah uyandığımda her şeyin normal olacağını düşünmüştüm. Her sabahki gibi de diyebiliriz buna. Evet, geçen sabah uyandığımda hiçbir şey normal değildi. Hababam Sınıfı'ndan bir melodi olan *inek obasıı uyaaaaaaaan* nidalarıyla babam hunharca beni uyandırmıştı. Evet evet bu tam olarak babamdı. Peki babamın o saatte evde ne işi vardı? Bunlar sabahın 10'unda bir soru işareti olamaz mıydı?
Neden uyandırmıştı acaba beni? Niyeti yalnızca eziyet etmek olabilir miydi? Neden olmasındı? Babalar annelere göre daha taş kalpli değiller miydi? Babam beni o halde uyandırmaktan büyük keyif almışa benziyordu. Belki de babam Michael Emerson'a benziyordu. Bunun o an bir önemi var mıydı? Bence yoktu. Düşündüğüm tek şey uyandığım saatti. Çok uzattığımı farketmiş olmalıyım ki artık kendime sorular sormayı kestim. Bir uyandırılma arkasında bunca düşünceyi getirebilir miydi? Neden diye soran gözlerle baktım babama... Eğildi bana doğru: "Git dip boyanı yaptır. Bu haline despırayt houzvayflara benziyosun" dedi. Bu da ne demekti? İşin önemli kısmı babam bu cümleyi nasıl kurabilmişti?
Uyanıp hayatımın kurtarıcısı olan google'a girdim. Duyduğum şekilde yazdığımdan biraz zor oldu bulabilmem. Ama en sonunda 'desperate housewives' kavramını öğrenmiş oldum. Peki babam bu sırada ne yapıyordu? Akşamları bizi samanyolu izliyorum diyerek kandırıp cnbc-e mi izliyordu?? Bunca soru artık fazlaydı. Birileri cevap vermeliydi....
Evet daha sonra çıkıp giyindim. Çıktıktan sonra giyinmedim, tabiiki de önce giyindim. Bi' yandan da despırayt houzvayf cümlesini telaffuz etmeye çalışıyordum. Bu bilgi gerekli olabilirdi. Kuaföre gittim, tanıdık kuaför. Ucuza kapatabilirdim boya olayını. İçeri girdim. Selam verdim tabii öküz değilim ya! Belki de öküzdüm. Bunu kim bilebilirdi ki? Saçıma ne yapılacağına karar vermeye çalışıyorduk. 'Ne istiyorsun?' dedi. Despırayt houzvafy olmak istemiyorum dedim. 'Ne diyosun?' dedi. 'Ben de bilmiyorum' dedim. Ne yapılacağına sonunda karar verilmişti. Uzun bir gün beni bekliyordu...
Saçımı boyayan çocuğun bana aşık olabilme ihtimalini sevmiştim belki de. Daha doğrusu böyle bi' ihtimali düşünmemiştim. Zaten hiç tipim de değildi. Tipim olsa ne olacaktı ki? Zaten bir sevgilim vardı. O zaman ben 'despırayt' değildim. Bu yalan değildi, çocuk aşık olmuştu. Belki de basit bir hoşlanmaydı ama *lönk* diye belliydi işte. Rahatsız edici bir durumdu. Kaşınan kafamı kaşıyordu. Bu ne iğrenc bir şeydi? Kuaförlüğün cilveleri miydi yoksa?
Bundan sonrası macera olamazdı. Saçı boyanırken 'SAW V'i izleyen tek müşteriydim belki de. Ama sonunu görememiştim. Açıkcası bu konuda herhangi bir merakım da yoktu. Ölen ölmüştü zaten. İkinci boyada hala aynı çocukla karşı karşıyaydım. 'Çabuk seven çabuk unuturmuş' diye bir laf vardır. İşte o misal unutmuş beni. Üzüldüm la sanki. Yok artık daha neler. Sevinmiştim bir an için belki de. Artık yapacak bir şey yoktu. Giden gitmişti, kalan sağlar benimdi. En iyisi filmin sonunu izlemekti. Filmi de kapatmışlardı. Söylenmek olmazdı. Zaten kaç saattir buradaydım. Yeterdi yani. Zaten saçlarım da boyadan yanmıştı tanıdık diye bir şey de diyemiyordum. Zaten ucuza kapatmıştım boyayı. O da herhalde nasılsa tanıdığım diye bozuntuya vermemişti. Birbirimizi bozmadan çekip gitmek en doğru karardı.
Sonunda saçım bitmişti, cebimde para da yoktu. Ne olacaktı? Ne olacağını biliyordum, zaten bunu bildiğimden buradaydım. 'Babam halledicek bi ara uğrayıp' dedim, yüzümde hayatımın en samimiyetsiz ve yapmacık gülüşüyle. Kabul etmeyecek hali yoktu ya? Saçımdan boyayı geri mi alabilecekti sanki? Ben rahattım da, o sanki 'bi daha gelme lan' dercesine bakıyordu. Olsundu. Sonuçta saçlarımla desperate housewives değildim artık. Mutlu ve huzurluydum...
Damla Notu: Hatta bu da yıllardan sonra yazdığım ilk hikayeydi. Bunu ancak sneyl'e emanet edebilirdim. Hatta hediye edebilirdim..!! Ne de olsa kadim dostumdu, hikaye komik olmasa da buna gülebilirdi. Ama yaşanmışlık vardı. Güle güle kullan sekooww =)
Sneyl Notu: Güldüm güldüm. Sağol. *yıh yıh yıh* Hatta; *ihigşhighhşigjşgh* (bire bir gülüştür bakabilirsin) Emanetini aldım. Canım, cananım. O değil de bunu yorum olarak yazabilirdim de ne gerek var lan? Benim blogum değil mi? İstediğime yazamaz mıyım? Yazar mıyım? Bak hikayeden etkilenmişim. Sürekli soru soruyorum. O zaman; Lip - tın!
Kelimelerim keskin değil, acıtmıyor. Kalemim uzun değil, kelimelerimi esirgiyor. Söylemek istediklerimden ibaretti hepsi. Kumrulaşamadı. Kanatlanamadı. Uçmak yerine, adım adım merdivenden çıktı. Sıradan oldu. Oysa ki uçmalıydı. Kanatlanmalıydı. Ben zaten merdivenden çıkıyordum. Basamaklar çoğaldı. Çok bilinmeyenli oldu. Oldu. Bitti.
O değil de, dört gündür okula gitmiyorum arkadaş. Resmen tatil yaptım ya. Oh yes! Yarın gideceğim ama ne var ne yok diye. Nabiöyüösünüz diyeceğim. Bakarken ardından gitme kal diyemeyeceğim. Sağoluuuuun.
Canım sıkıldı benim. Yeni şeyler buldum izleyecek. Hep izlemek istiyorum ama okumam gereken şeyler var. Çok var hem de... Daha var!
Gecikmiş bir tebrik mesajı iletmek istiyorum buradan. Hayırlı, uğurlu olsun. Heaa böyle anlaşılmadı pek. Yani mesajı alacak kişi anlamaz burdan. Overburden. Odana ne zaman geçiyorsun? Anahtarı aldın mı? Yarın sana hediye de getireceğim, masana koyarız. Seversin diye umuyorum. Görev süren bittikten sonra geri alırım ona göre. Sembolik hediyedir. Ya da 1 YTL verir satın alırsın görev süren bitince.
DeVotchKa dinlemiyordum uzun zamandır. Çok eğlendim. Buraya koymuyorum ama Danglin' Feet dinleyebilirsiniz eğer isterseniz.
O zaman onu etkileyecekse altın şapkayı giy, Eğer yükseklere sıçrayabiliyorsan, onun için sıçra, O, 'Sevgili, altın şapkalı, yükseklere sıçrayan sevgili, Sen benim olmalısın' diye bağırıncaya dek.
Noktadan sonra boşluk bırakın lütfen! Ya da virgülden sonra. Genelleyeyim; yeni bir cümleye başlarken boşluk bırakın bir, sol elinizin baş parmağı *pıt pıt* vursun space bar'a. Şimdi üzerinize alınmayın bunu. Bugün çok fazla gördüm. Paylaşmak istedim. Yine de bir kontrol edin siz.
Bugün uyandığımda kendimi su vanasına tekme atarken buldum. Annem uyandırdı. Boru su kaçırıyor *fısss* diye. Vana da bir sert sormayın. Hemen yatağıma geri dönebilmek için tekmeledim onu.
Aklıma ilk nargile yaptığım an geldi. Şu an nargile içiyorum o yüzden aklıma geldi. Ne kadar beceriksizdim. Tütünü tutumlu kullanmıştım. Tabii çekince yanmıyor lanet olası. Ne nefesler tükenmişti o gece. Artık tecrübeliyim. Herkes beğeniyor nargilemi. Ben de beğeniyorum. Elmalı yaptım, buyrun içelim *huff huff* diye.
Ben artık ne istediğimi buldum. Dinç'e de söyledim bunu. Ne istediğimi biliyorum artık. Hatta iki gündür tam istediğim şey oluyor. Bununla mutlu olduğumu anladım ben de. Bir süre daha böyle idare edeceğim. Daha sonra, hazır olduğumda bir üst kademeye geçeceğim. Ondan sonra bir üst, bir üst daha. Sonra hayat bitecek zaten. Hem benim, hem diğerlerinin.
Bugün HIMYM 4x08 izledim. Evde *vuuuuu vuuuuu* diye dolanıyorum.
Yine renkli yapıştırmalar yapıştırdım monitörüme. Bu kez yeşil oldu hepsi. Huzur versin diye. Ders çalışmalıydım bugün ama olmadı. Zaman geçti gitti yine hızlıca. Monitörün başında huzurluydum bugün. Ayrılamadım, masamın yan tarafına kayamadım. Ankara'dan kaçasım var bir gün. Ne zaman olur bilmem ama yakında olur gibi duruyor...
Güzelmiş bu... Mutfakta yiyecek bir şeyler ararken buldum. Hop ironiye gelirsin oradan işte. Neyse açıklarsam ironi olmaz. Zaten kimse de anlamaz.
Last FM'de de skroplamam. Skrop nedir ayrıca ya!? Türkçe Last FM'e çok fena laflar hazırladım. Böyle çeviri mi olur? Şarkıyı da bi' upload edemedi ha! O yüzden yazıyorum. Sadece o yüzden değil ama. Şimdi açıklarsam ironi olmaz. Zaten ironi de değil bu.
- Nerede kalmıştık? +Nevresim takımı diyordun! - Hah! Sıcak bir kış günüydü. Sahilde kumdan kale yaparken gökyüzü birden karardı. Denizden o şey beliriverdi. Kafamı kaldırmamla baygınlık geçirmem bir oldu. Arkadaş sağolsun hastaneye götürdü beni. Yaklaşık 3 saat komada kalmışım. Aslında daha erken uyanmışım ama 3 saat dolsun demişim. Doktor söyledi, daha uyutun beni demişim. Uyanmamla taburcu olmam bir oldu. Taburcu olmamla eve dönmem iki oldu. Eve dönmemle telefonumun çalması da üç oldu. Şimdi bunları karıştıralım sıraya sokalım. Sıradaymış zaten. Olaylar sırayla gelişmiş. Evet telefon çaldı, arayan Acun Bey'di. Merhaba dedim. Merhaba ben Acun dedi. Evet bildim onu dedim. Arkadaşım Christina orada yarışıyormuş. Gençken Balkan Müzik Festivali '99 da birinci olmuştum. Onunla arkadaş olmuştuk. Hısımlığımız oradan kaynaklanıyor yani. 3 kutu kalmış, beni aramak istemiş. Ne hissediyorsun dedi. Valla az önce hastaneden çıktım yorgunum, kusura bakma dedim ve kapattım telefonu suratına. Sonradan öğrendim ki 1YTL almış. Üzülmedim buna. Benim hislerim kuvvetsizdir zaten. Fiziğim de iyi değildir. İngiltere'ye de bir kez gitsem yüz kez anlatırım. Sonra kapı çaldı. Gelen gideni aratırdı. Hayrola dedim sen bir varlıkmışsın. Gideni aratır diye bir varlık varmış. Ne istiyorsun dedim. Benden gideni aramamı istedi...
Yazar Notu: Bu noktada devreye girmek istiyorum ben. Şalteri indirmiştim yine. Devreye girmem lazım. Bu kadar saçmalanmaz artık. Bu aslında bir yazı dizisi falan da değil yani. Canım sıkıldıkça böyle şeyler yapmaya karar vermiş de değilim. Öyle uyduruk şeyler yani.
Yazar Notu-2: Bu arada bir şeye değinmek istiyorum. Bazı arkadaşlarımdan eleştri aldım. Çok edebi yazıların vardı, onlardan neden yazmıyorsun artık diye. Çok güzel cümlelerin vardı, onlardan neden yazmıyorsun artık diye. (Tamam ikinci cümle olayı abartmak için fazlalık) Cevab veremedim. Bye!
+ Naber abi nasılsın? - İyi diyelim iyi olalım Tuncay. Sen nasılsın? + Adımı nerden biliyorsun sen abi? Benim de morallerim bozuk sorma ya. - Kaç tane moralin var olum senin? Hepsi mi bozuk? + Evet abi, hepsi bozuk. Adımı nereden biliyorsun dedim. - Anlatayım... Üniversitedeki öğrencilik yıllarım Almanya'da geçti benim. Unterhaşing'deydim. Aslında Ufuk Üniversitesi'ni kazandım ama gitmedim. O yüzden Köln'de kaldım. Unterhaşing zor diye Köln'e göç ettim. Allem ettim, kallem ettim, oradaki bir yurda kayıt yaptırmayı başardım. Ne dolaplar çevirirdim o yıllarda. Çok çakaldım çok. Arkadaşlar edindim orada kendime. Muhabbet gırla. Çok eğlendik çok. Bild Üniversitesi'ne de gidip gelmeye başladım. Derslere girmiyordum. Sadece gidip geliyordum yurttakiler kıllanmasın diye. Servisi de vardı. İyiydi anlayacağın. O zamanlar servis ücreti 1 Mark. Bir gün okul yönetimi servislere artık kimlikle binilecek demesin mi? Bir büfe açmışlar, oradan kimlik kartına dolum yapıyorsun. Hocam bu seferlik para versek olmaz mı dedim. Olmaz hocam dedi. Kimlik yok da bende hocam, ziyarete gelmiştim bir arkadaşı dedim. O zaman olur hocam dedi. Haydi oğlum dedim kendi kendime. Bu seferlik yırttık. Daha sonra ne yapacağımı hiç düşünmemiştim. Servise de şansıma yurt görevlisi binmiş. Dedi ki, hocam sen yurtta kalmıyor musun? Ne diyeceğimi bilemedim. Hemen Grodna'daki askerlik arkadaşımı aradım. Askerliği Grodna'da yaptım ben. Güzelcene bir birliğimiz vardı. Julia (ulan şuna da url verdim ya helal bana) diye bir kankam vardı askerde. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. Onu aradım, açmadı. Çaresizdim. Yurt arkadaşlarım bana sırtını dönmüştü. Peki dedim. Sadece peki. Çabuk pılını pırtını topla ayrıl yurttan dedi bana. Yine sadece peki dedim. Geçtim odama. Bir bir topluyorum eşyalarımı. Valizim var büyükcene. İçine 3 yetişkin insan sığar yani, ben sana öyle diyim. Dolduruyorum eşyaları içine. Derken Julia geri dönüş yaptı bana. Açtım. Aramışsın şarjdaydı telefonum duymamışım dedi. Önemli değil dedim. Red Light District 2011'de kapatılacakmış. Kapanmadan bir gidelim diyecektim dedim. Olur tabii gideriz dedi. Yazın gidelim dedi. Not defterime yazdım zaten ben de dedim. Kuşadası'na gideriz oradan da dedi. Olur dedim. Görüşürüz dedik aynı anda, kapattık. Kapatmamla birlikte bir tıkırtı duydum. Kapı açıldı ve yurt görevlisi içeri girdi. İstemeden kulak misafiri oldum telefon konuşmana dedi. Önemli değil dedim. Bir şey teklif edeceğim sana dedi. Eğer beni de götürürseniz oraya burada kalabilirsin yaza kadar dedi. Vallaha mı dedim. Hee dedi. Hadi ben kaçtım görüşürüz dedi. Ben nasıl sevinçliyim. Hemen eşyaları geri yerlerine koyuyorum bir bir. Nevresim takımlarını da çıkarmıştım. Tek başıma, iki kişilik yorgana nevresimi geçirmeye çalışırken bayılmışım... + ..... - ..... + Eee abi sonra ne oldu? - Dur be oğlum, hazır bayılmışken iki soluklanayım. Hep ben konuştum biraz da sen anlat bakalım. Ne oldu neden bozuk bakalım morallerin senin Akif? + Adımı nerden biliyorsun sen abi?
You love being in love... so much so that it's very hard for you to be single.
Unfortunately, it's difficult for you to stay in love over time. Too many people intrigue you!
Only your true love will be able to keep you interested over time.
Number of True Loves You'll Have: 2
Number of Times You'll Have Your Heart Broken: 4
You are most compatible with people born on the 8th, 17th, and 26th of the month.
Kısmen doğru demiş. Aslında tamamen doğru. Gayet iyi biliyor yani. Kim ki bu? Kim ki duk!
Buna göre kırılması gereken 1 kalbim daha var. Kim kıracaksa gelsin kırsın. Bitsin artık bu çile, çekemem bile bile afedersin.
Ve yine buna göre gerçek aşkı gösterecek 1 kişi daha var. O da kimse gelsin. Buradan açık çek. Al! Bakın tarihler de bellidir, üç aşağı beş yukarı oynama yapabilir, kabulümdür. Üç aşağı oynama yapması daha iyidir. Üç yukarı da olur. Hatta direk üç olsun. Güç olmasın. Hah böyle konuşayım kimse sevmesin beni, o olsun. Oh olsun!
Not: Başlıkta da kendime bir kızdım bir kızdım sormayın. Doğru diyor kim diyorsa. Not2: Kolumdaki yanık nasıl kötü oldu anlatamam. Su topladı demiştim ya, gece gitmiş o. Yerine iğrenç derisiz bir şey gelmiş. Neyse anlatmayayım daha fazla. Gerisini görüntüler söylesin. Evet işte o fotoğraflar... Not3: Ne kadar kötü değil mi? O yüzden sansürledim fotoğrafları. Ancak bu kadarını gösterebildim. Not4: Eee hani hiç fotoğraf yok dediniz değil mi? fa? sol? la? si? do?
o kisiye not: sen de editle bu yazinin bazi yerlerini rekor kirildi dadindan yinmesin! auhauhauahuahua. yazmis olmak icin yazmak. rekora kosmak. bla bla bla
Sneyl Edit Re:Kor To: F(!)
F yaa. Ne sandınız? Onun için bunlar hep. Özledim onu. Gerçekten özledim ama. Dün gece birden özledim. Güzeldi ama. Zaten güzeldi. Yine güzel. Hep güzel olacak.
Yazıdan Alakasız Edit Kolum yanmıştı ya hani benim. Su topladı o. İyi su topladı ama. Yani bir patlasa Ankara'nın 20 yıllık suyu olur. Buradan Su'ya selam ederim. Naber?
İtiraf Edit Sırf o espriyi yapabilmek için yeni bir yazı yazacaktım da, hazır edit olayındayken yapıvereyim dedim. Yeni yazılarda görüşmek üzere. Sevin beni!
Diyoruz bayram falan diye ama nedir bayram, nereden gelmistir dusundunuz mu? Bayram sozcugu bayrağam kelimesinden gelir. Bayrağam kelimesi ise bayrağım yani bayraktaşım anlamını vermektedir. Kelimenin zamanla galatlasmasi ile bayram sozcugu tureyivermistir.
Gecmis zaman olur ki, adamin biri baginda yururken, uzaktan kendine dogru gelen bir yabanci gorur. yabanci, yerliyi korkutmamak icin uzaktan bayrağam, ne yapıyon bayrağım diye bağırır. Yerli de, haa bu bizim ulkeden, bizim bayraktanmis der. Bu ikilinin ilk gorusmesi savas sonlarina denk geldiginden sevincle birbirlerine kosarlar. Cunku bagin sahibinin oglu da savas icin askerdedir. Oysa ki bu yabanci evine dondugunden oglunun savasta kalmis olma olasiligi olamaz. Yani oglu da kisa zamanda eve donecektir. Iste hem savasin bitmesi, hem de oglunun eve donecegi vesilesiyle sevinirler yabanciyla, ev ahalisiyle, yemekler yapilir, akraba ziyaretleri baslar, cocuklar sevindirilir. Iste bayram kelimesi bu kokenden gelmektedir.
Geçenlerde Beyaz Rusya'ya gittim tatil için. Geçenlerde dediysem, yakın tarih değil. Oldu baya. Bayatladı. Neyse işte, oradan bir arkadaş mesaj atmış. Çok ileri düzeyde de Rusça bilmem ben. Bilirim de bilmezden gelirim bazen. Anlamadığım bir kelime oldu. Bakayım sözlükten dedim. Çok da güzel sözlüğüm vardır, resimli falan. Boyamalı. Baktım oradan kelimeye. Bulamadım tabii. Öyle kaldı işte o mesaj. Herhalde slm nbr pls ltf tşk bye yazdı.
Kış geliyor ya hani yavaş yavaş, o yüzden bir güzel oldu. Hani soğuk iyidir. Faydalıdır. Hee nereye faydalı lan. Yalnız kış olduğu vakit, benim odamdaki hava inanılmaz uyuşuk bir havaya bürünüyor. Have gibi. Hava ya ondan. Komik mi? Şöyle ki, şimdi soğuk olduğundan ocak yakıyorum ben. Anacığım o nasıl emiyor, kurutuyor havayı anlatamam. Nasıl mayışıyorsun, nasıl kedi kıvamına geliyorsun anlatamam. Yaşayan bilir ancak.
Alışverişe çıkmam lazım bir gün. Neler alacağım neler! Çok şahane sürprizlerim var. Bir de öyle bir şey vardır; yok kendime hediye aldım, yok kendimi şımarttım, yok kendimi d-smarttım gibi...
Mazinde bir tarih yatar! Ya-şa Fenerbahçe! Fenerbahçe maçlarında acayip gaza geliyorum. Çok deli bağırıyorum. Ama çok da keyif alıyorum. Bilmem işte, benimkisi de böyle bir zevk. Oysa ne olacak ki, yense bana mı yeniyor? Yöö... Olsun güzeldir. Candır.
Red Hot Chili Peppers ara verdi ya hani, yavaş yavaş soğutacaklar kendilerinden o olacak. Yeni bi grup keşfetsem iyi olacak.
Okul da bi' açılmadı gitti ha! Yalnız ders çalışacağım ben yarın biraz. Bir sabah olsun daha neler neler yapacağım. Dağlara taşlara... Bugünlük bu kadar blog. Son bir yazı daha kaldı. Sonra egale!
Hani 4 tane kız sevmiyorum demiştim ya. Artık onları seviyorum ben. İsim vermek gibi olmasın, ya da veriyorum; kupa, sinek, karo, maça. Canlarım benim.
Hafif alkollüyüm. Hafif dediysem, galonla bira içtim işte. Halbuki param da vardı, alsaydım ya adam gibi içki. Olsun... Bira da iyidir. Gerçi ben alkollüyken kağıda yazardım. Bu seferlik böyle oldu. Kağıda geçiriyim bari sonradan. Ne işime yararsa?
Geçenlerde çok garip şeyler oldu ama anlatmayacağım. Öyle işte...
Wicker Park var bildin mi? Hah! İşte öyle şeyler olmasın hiç tamam mı? Rahat durun! Sinirlendirmeyin beni...
Az sonra bir arkadaşımın doğum gününü kutlayacağım. Greenwich Mean Time ile bekliyoruz. Oradan geri sayacağız. Sonra iyi ki doğdun Çalıkuşu diyeceğiz. Benim adım Çalıkuğşuğ! Huşu... Haşişi haşişa.. Çok yaşa! Sen de gör..
Yaa işte böyle bir şey Erol Evginciğim. Sen ne kadar söylersen söyle, bakmakla görmek arasında çok fark var. Misal, ben... Bu da böyle işte.
Yarın bayram.. Herkesin bayramını kutlarım buradan. Gerçi bayram ismiyle ilgili bir takım spekülasyonlar var. Her kafadan bir ses çıkmaya başladı. Rahat durun!
İlkokulda kafam yarılmıştı bir kere benim. Zaten ufak tefektim ben, erken başladığımdan. Öyle işte. Baktım denemecan ilkokul anısı anlatmış, boş geçmeyeyim dedim.
Şu an tam olarak bir dakika kaldı saatin 00:00 olmasına. İyi ki doğduk!
Soguk ama bir o kadar da nadir Izmir sabahlarindan biri. Yagmur bile yagmis, gerisini siz dusunun. Sabah evinden cikmis kahramanimiz -yani ben- sevincle okuluna gidiyor, her zamanki gibi utulu pantalon, onluk, mendil sol cepte, tirnaklar kesilmis ve de hava soguk ya siyah pofuduk bir mont. Ilk derse giriyor kahramanimiz, tabii burada onemli bir ayrinti var onu unutmayalim, hepsi neseli cunku "andimiz" okunurken hepsinin agzindan buhar cikmis, sinifta bir eglence, bir zevk dalgasi almis basini gidiyor. Derken, Meral Berkay Egemen isimli hikayemizin yardimci kahramani ve benim en iyi ogretmenler listesinde ilk sirayi Cigdem Erol'la paylasan tatli, bir o kadar da disiplinli ogretmenim derse geliyor. Anlatiyor bisiler, pek animsayamiyorum. Ders bitiyor, Gokhan, ben, Toprak -bak toprak da hic fena isim degil ha- disari cikiyoruz, sikica kapatip onumuzu, atkilarimizi burunlarimiza dolayip. Kovalambac -isme bakar misin, turk gencliginin buldugu en yaratici isimlerden biridir- oynayacagiz. Basliyoruz kosmaya, ben kaciyorum Toprak'la, Gokhan bizi yakalayacak, bahcede bir seye ayagim takiliyor ve paaat diye o guzelim cocuk yani ben su birikintisinin icine dusuyorum yuzukoyun. Su birikintisi diyerek ben az bile soledim sen de pasifik okyanusu ben diyim mariana cukuru. Bildigin hidrosfere dusmusum haberim yok. Sirilsiklam oldugumdan olsa gerek, donarak ogretmenler odasinin kapisina gidiyoruz ucumuz birlikte. Kapiyi calmaya korkuyorum, bilmem neden hala boyle resmi bir yere girerken bir cekinirim. Cok cekingenimdir soylemesi ayip. Kapiyi caliyor Gokhan, aciyoruz kapiyi ucumuz, iceride bir ogretmenler guruhu -guruh dediysem 10-15 kisi ancak- oturmus masanin basinda konusuyor. Meral Hoca'nin beni gormesiyle sok olmasi ayni zaman diliminde gercekleserek, fizikte belki de ileride "zaman sekmesi" olarak tabir edilebilecek kavrama onculuk ediyor. Neyse, anlatiyoruz iste durumu utana sikila, arkadaslari yolluyor, beni de soyuyor, koskoca ogretmenler odasinda, isin kotusu yalniz da degiliz bir suru ogretmen var. Sobanin yanina cekiyor sandalyeyi beni ona otutturuyor. Benim ustumde bir tek pantalonum var, o da allahtan cok islanmamis. Sonra kendi montunu veriyor. Kurumaya basliyorum. Hocalar teker teker siniflarina gidiyor en son 3 kisi kaliyoruz odada Meral Hoca'm, ben ve bir abla o da ogretmen. Meral Ogretmen'im derse gidiyor onume masanin ustunde bir tabak icinde duran soyulmus mandalina tabagini cekerek, beni de ablaya emanet ediyor. Basta bir tereddut ediyorum, yesem mi yemesem mi diye? sonra bir iki almaya basliyorum, gittikce aciliyorum tabii, artik krali benim ogretmenler odasinin. Meral Ogretmen'in pardesusu de kaftanim olmus, bir tek kavugum eksik, saklabanim orada -yazik sagolsun abla cok eglendirmeye calisti beni- mandalinalarim onumde, kaftanim ustumde ohhhh daha otesi var mi? Zilin calmasiyla tekrar irkiliyorum, lanet olsun simdi mutlakiyet yikilacak telasi sariyor bunyemi ve nitekim hakli da cikiyorum. Ayni simarikligi Meral Hoca'ma yapmam, kesinlikle yapamam. Elbiselerime bakiyor, kurumus, teker teker topluyor onlari ve beni giydiriyor. Gerci ben kendim de giyinirdim o zaman 2. siniftim ama giydiriyor iste bir anne sefkatiyle yuzunden hic eksik etmedigi tebessumunu bir an bile kaybetmeden. Sonra beraber oturuyoruz ogretmenler odasinda derse kadar. Mandalinalarin bittigini fark ediyor ve biraz daha soyuyor. Onca ogretmenin arasinda beraber takiliyoruz biz onunla evet seviyorum ben onu hem de cok. Bir ara Izmir'e gitsem de gorsem, umarim cok yaslanmamistir ve umarim yine beraber mandalina yiyebiliriz. Iste bu da boyle guzel bir animdi. Cok yasa Meral Pasa, adin yazilacak mucevher tasa. Teyyy teyyy elleri goreyim.
Iste blog bunlar da benim deneme turundeki anilarim. Yine yazarim lan, seni ac koymam. Gercekten!
Seher vakti gelen mail sesiyle irkildim. Beni bilen bilir, mail geldiği zaman "bibip mail madıfakığ" der. Hee, ben öyle hoşlanıyorum. Eurotrip'ten araktır aslında o. Eurotrip'i ilk izlediğim zamanlar ADSL yoktu bende. Ne kadar çok hoşuma gitmişti. Ya demiştim ne güzel bu böyle. Hee, işte o yüzden yaptım ben de. Neyse bunlara daha sonraki bir yazımda da değinebilirdim aslında.
Maili açmamla okumam bir oldu. Çünkü mail boştu. Sağolsun icanfootball boş mail yollamış. Eee dedim. Ben nasıl "confirm" ederim? Ya da "onaylamak" diyelim bundan sonra buna. Halbuki heveslenmiştim de ona. Bayramda oynarım diye. Oyna oyna. Başka işin yok zaten. Projesi olsun, raporu olsun bitti, o kaldı. O boş mailde şöyle mouse'a tıklayarak bir tarattım sayfayı. Aynen bunlar yazıyordu işte. Ben de Re:ICANFOOTBALL başlıklı bir mail gönderdim kendilerine. Oysa ki bana noreply demişlerdi. Dedim ki, olum daha var projesi olsun, raporu olsun. 1 Ekim ne kadar sıradan bir tarih olsa da dedim, o zaman başlayacağız biz dedim, 9 Ekim de aslında ne kadar sıradan da olsa dedim, o tarihe kadar da mola vereceğiz dedim.
Sonra uyumuşum....
Uyurum tabii sabahın 5inde mail gelirse, uyurum. Ya ne yapacağıdım?
Istes bile degil ki. Tek basima bekliyorum, "o" mail gelecek diye. "notifier" ya da "bildirici" diyelim biz bundan sonra ona, hooop diye cikacak sag alttan, maili kimin gonderdigini, konuyu, ilk birkac satiri yazacak diye. Tatli bir heyecan ve her sabah yatarken hayal kirikligi... Sabah yatmak, buna ayri bir yazida degineyim.
Kendimi avutuyorum; kongrededir, maillerini kontrol etmiyordur diye ama nafile. O yasa, o statuye gelmissin nasil mail kontrol etmeden, gereken cevaplari vermeden durasin? Aklim almiyor iste boyle bir seyi. Uzuluyorum. Bir koseye firlatilmis hissediyorum kendimi. "Henuz cok erken o cocuk icin" diyorlarmis gibime geliyor.
Neyse, gecen facebooktayim, oyle baktim phonebook mhonebook isine ne gereksiz olmus olum o. Google, facebook yetecek bundan 2 sene sonra bir insana. Baska herhangi bir seye ihtiyac duymayacak. Gelecek kaygisi asla gutmem. Teknolojinin en buyuk destekcisiyim. Her turlu yenilige acigim. 100 iq nun altini pek sevmem yine de onyargili degilim bu iq konusunda ama :D Benden buyuk olmali bir de. Hee valla lan. Boyle akan dusuncelerimi yaziyorum ama ne de olsa blog bu. Istedigimi, istedigim gibi yazabileyim diye var. Youtube u hala benim erisimime acmayan telekomdan sikildim. Her seferinde binbir takla atmaktan sikildim. Simdi geekler bana tavsiyelerde bulunacaklar, aman sunu kur, yok bunu kur, aman boyle gir. Heeee, ben bilmiyorum degil mi hicbirini? Ben salagim degil mi? Asil sansure karsi cikmak, bunun nedenlerini sorgulamak yerine, en basitinden soyluyorum, opendns kullanan salaktir. Kafamin tasini attirmayin. Icimdeki nerd macoyu tanimak istemezsiniz. Inanin bana. Bugunluk bu kadar blog, bugunluk bu kadar!
Kişisel başlık kullanmam asla. Hayır foruma çevirdik burayı ama olsun. Yorum yazmak istemedim. Bir ayrıcalığım var sonuçta. Yazı yazabiliyorum.
10 Ekim.. Sıradan olduğu kadar, farklı da bir tarih. Meyalkırıkçıkıklılıklarının ülkesi. Ne güzel de okunur bu kelime. Kelime ise tabii. Kimine göre bir kelime, kimine göre bir işlem.
Sırf yazı yazmak için yazmış olmak bu olsa gerek. Olsun. Boş yere yazı yazıyorum yahu ben de..
Su siralar yogunuz, hepimiz! Tatil onumuz evet ben de bunun farkindayim ama bir sey yapmamanin getirdigi stresi de disari vurmadan edemeyecegim. Tesellicilere sozlerimdir. Her neyse... 2 haftalik bir aradan sonra tekrar evdeyim. Bilmiyorum daha ne kadar evdeyim diye bir kalip, su anki evdeyim kalibiyla birebir ortusebilecek. Orten ve birebir fonksiyonlar... Bilen, bilmeyene anlatsin.
7 ekim. Siradan oldugu kadar, farkli da bir tarih. Hayalkirikliklarinin ulkesi!
Filmle ilgili çok fazla bilgi vermek istemiyorum. İzlemenizi tavsiye ediyorum sadece. Çünkü müzikler mükemmel. Ya da Beatles'ın güzelliği... Bilemedim... Tabii, sadece müzikler güzel diye izlenir mi derseniz, sadece müzikler güzel değil. Lucy var mesela, o da çok güzel. Karakterlerin hepsi çok iyi diye biraz kıvırabilirim. Zaten müziklerle birlikte bütünleşmiş hepsi. Çok da güzel söylemişler şarkıları.
Film için pek yazı yazmam ben. Aslında hiç yazı yazmadım. Sadece bir keresinde yazacağımı söylemiştim. Across The Universe için ise yazmak istedim. İzleyin istedim, o yüzden belki de. 2 tane de şarkı koymak istiyorum. Aslında 3. Yok yok... 4... 5... 6? Girl Hold Me Tight
Not: O değil de, Lucy hakikaten güzel yeü... Not2: Hıı.. Az kalsın unutuyodum. Filmi tavsiye eden dinco'ya teşekkür ediyorum. Şaka şaka, etmiyorum. Not3: Lucy In The Sky With Diamonds için, lütfen bir önceki post...
Hah işte o beklenen listemsi. Kimse beklemiyodu değ mi? Acayip ters köşe yaptım. O değil de sinirliyim ben yine...
• Domates • Popomundo • Atlet • Yeşil kıyafetli ve converse giyen kız. Converse rengi önemli değil. Bordo oldu mu daha bi sevmem ama. Mesela bu.. Bu kızdaki bordo değil ama anca bunu buldum. Sevmediğim bir şey için anca bu kadar uğraşırım. • Genel olarak bazı insanlar. İnsan demişken kız. Kız demişken; • Aykut • Viski • Aykut'un viskisi • Yaşlı/huysuz bir teyze. Dolmuşta bir daha denk gelirse dalacam. • Yasemin Dalkılıç. (şaka şaka, öyle çağrışım oldu bu) (haa dalmam o da şaka) (ayıp!) • Kaplumbağamın yeminin kokusu • Flea'nin sesi. • Kadının sesi. • İki elin nesi. • Hücumbot. (Nesne olarak değil de, kendisini kelime bazında sevmiyorum.) • Arko traş losyonu • Anlayışsızlık • Ego (iki anlamda da) • Ucuz şarap • Sonuna gelmiş ketçap/mayonez/hardal kullanmak için harcanan onca emek • Hardal yoksa patates getirme diyen arkadaş. (şaka len) • :( hee bildiğin bu; :( .. Hadi ":)" bi nebze daha pozitif • Vurdumduymazlık • Varyemez amca • O değil de bir ara çok iyi yapardım taklidini onun • Boğaz kalmadı artık • Boğazı olmayanlar gay oluyormuş • Anlamsız kısaltmalar • Kısa Marlboro • Malbuş • G.W Bush • Wednesday Song - John Frusciante • Güzel aslında o şarkı, seviyorum ben. • Vallaha sinirlendim ha! • Yeter, vallaha yeter! • Mull • Lale Mull'dur (severim severim) • Kazım Kazım • Selçuk Şahin • Betsson • 10 • Kız (Q olanı) • 4 tane kız (4Q) • Recep İvedik • Recep Biler • Pentium (amaç bellidir) • Salash'ın nargilesi. (artık hakkaten bi düzgün yapın ya! o kadar para veriyoruz be!)
Şimdilik bu kadar... Bi de sevdiklerim listesi yapacağım. Bir tanesini söyleyeyim. Yazı-Tura... Evet, bildiğimiz para atılanından. Bugün çok sevdim onu. Hikayesini özel istekle anlatırım isteyene. Denemecan'a selam ederim ve derim ki; "Benim için farketmez!"
Bir de konu ile alakasız ama, yazı sonlarına şarkı koymak güzel oluyormuş. Hoşuma gidiyor. Belki sözlüğe de yazarım bunu. Neyse;
Biraz şans istiyorum.. Biraz mutluluk.. Bu kadar... Çok gibi aslında... Peki, vazgeçtim. Biraz şans istiyorum. Bu da çok çakal bi' istek oldu. Olsun... Zaten hastayım, birazcık şans istemişim çok mu? (geçmiş olsun diyenim de yok) (şş?) Şiirimsi havadan vazgeçsem, her cümle sonunda satır atlamasam. Çok istekte bulunuyorum. Bunlar hep onun yüzünden. On'un. Evet, o kim? Yok, yok. O değil.. On.. On.. Bildiğimiz 10.. Sayı olan. Sayı ile rakam arasında köprü kuran şey. Hah! O işte! Yok, yok. O değil. On. Hah! On işte! Pis 10! Mutluluk istemekten vazgeçtim. Birden mutlu etti beni o! O mu? Hani ondu. Eee mutlu etti diyorum. 10 beni mutlu etmedi ama o etti. O kim? Hayır o ne diyeceksin.. O ne? İşte buuuuuuuuuuu!..... Kendi kendime konuşmadım ben aslında. Sizinle konuştum. Yalnız hissettim kendimi. Hastayım ya ondan. ^^
Edit:(11.09.2008) Efendim imeem'i engellemişler. Sağolsun mantar haber verdi. O yüzden derim ki; eğer şarkıları göremez, dinleyemez iseniz şaşırmayınız. Yeni bir site bulursam oraya upload ederim. Hayır, ben girebiliyorum. Ben dinleyebiliyorum. Ama bana değil bunlar, size. O bakımdan bir not yazayım dedim işte. Görüşürüz!
Hop Edit:(14.09.2008) +Evet? -Galiba.. +Büyük gibi sanki.. -Olduğu kadar.. +Olmuş zaten olacağı kadar...
Son kısmı yayınlamayı unutmuşum. Japon konsolosu'ndan da özür diliyorum. Olur o kadar... Part - I Part - II
Seri bir hareketle elindeki poşeti açan Refik, güllaçları çıkardı ve sevdiği kadına doğru uzattı:
-Sana güllaç getirdim, hoşuna gider diye düşündüm. Ama önce şu ekmeği bir ye bakalım. Şuna bak ya çok halsiz görünüyorsun. Al şu ‘cappy tropik’i de…
Dumur olan Tijen ne yapacağını şaşırdı ve panikle güllacı olduğu gibi üzerine döktü. Tam o esnada açtığı meyve suyunu Tijen’e uzatmakta olan Refik de panikledi ve tüm meyve suyunu Tijen’in üzerine boşalttı. Tijen birden, ‘’Sen ne yaptığını sanıyorsun ahmak moron’’ diye haykırdı ve Refik’in suratına bir tokat yapıştırdı. Ne olduğunu anlayamayan Refik:
-Kızma hemen. Şimdi şuracıkta değiştiriveririz üzerindekini. Problem ettiğin şeye bak.
-Saçmalama! Hem yedeğim yok hem de sen buradayken nasıl değiştirebilirim üstümü? Ayrıca gördüğün gibi omzum sargılı. Kolumu kıpırdatamıyorum bile.
Bizim Refik tüm bunları bir yardım çağrısı olarak algıladı ve ‘’ Ben şimdi hallederim, yedeğin yoksa yok, benimkini giyersin olur biter ‘’ dedi ve bir striptizci edasıyla yavaş yavaş T-shirt’ünü çıkardı. Sıra Tijen’e gelmişti. Kıvrak bir hareketle Tijen’i de soydu.
-Aaaah kolum. Ne yapıyorsun hayvan herif! İmdaaaaat!
Tijen’in sesi tüm hastane koridorunda yankılandı. 14 saniye ya geçti ya geçmedi Adnan içeri girdi. Refik ve nişanlısını çıplak bir biçimde görünce deliye dönen Adnan silahına sarıldı ve ‘sniper’ıyla yakın mesafeden 3 el ateş etti. Hiçbir atışını isabet ettiremeyen Adnan işi garantiye almak istedi ve ‘sniper’ın dürbününü açtı, Refik’e doğru nişan aldı. Tam elini tetiğe doğru getirirken hayalarına tekmeyi yemesiyle yere düşmesi bir oldu. Refik yine yapmıştı magandalığını. Adnan’ın acılar içinde kıvranmasını fırsat bilip sevdiği kadını omuzladı ve onunla beraber oradan uzaklaşmak üzere kapıyı açtı. Karşısında ona doğru gelmekte olan hastane güvenliklerini gören Refik ani bir hareketle pencereye yöneldi ve sırtında Tijen’le birlikte birinci kattan atlayarak kaçmaya başladı. Tijen bir sopranoyu andıran sesiyle avazının çıktığı kadar bağırıyordu. Neyse ki sokakta çok fazla kişi yoktu ve olanlar da açıkçası olayı aile meselesi zannedip ses çıkarmıyorlardı. Refik, sırtında Tijen ile saatte 76 kilometre hızla koşuyordu. Yaklaşık 116 kg olan Adnan’ın ona yetişemeyeceğini biliyordu. O yüzden biraz dinlenmek istedi ve canı da kahve istediğinden Tijen’i yere indirip kolundan tuttuğu gibi Starbucks’a soktu ve yine magandalığını yapıp kahve sırasının en önüne geçerek ‘’1 adet orta boy white mocha ve yine 1 adet büyük boy frappuccino mango lütfen’’ dedi ve içecekleri beklemeye başladı. Tijen çok şaşırmıştı. Refik’i magandalar magandası bir adam olarak tanımıştı ama Refik’in içindeki o kibar,nazik ve bir o kadar da sosyetik yanı da görmüştü. Kanı yavaş yavaş Refik’e ısınıyordu, bir anda uzaklara daldı. Tam o sırada ‘’Refik Bey’’diye bir ses duyuldu ve Refik’in sağ ayak işaret parmağına korkudan kramp girdi. Sesin Adnan’a ait olmasından korkmuştu Refik ama ses kahveci çocuktan başkasına ait değildi. O ani şoku atlatan Refik içecekleri alarak müessesenin en kuytu masasını gözüne kestirdi ve oraya doğru yöneldi. Ardından masaya oturdular ve içecekleri yudumlamaya başladılar. Havadan sudan biraz muhabbet ettiler ve birden n’olduysa oldu Tijen ile Refik deliler gibi öpüşmeye başladılar. Bir anda mekandaki tüm gözler bu ihtiraslı öpüşmeye çevrildi.Herkes şaşkın bakışlarla bu öpüşmeyi izlerken, Refik’i aramaktan sıkılan ve bir kahve molası veren Adnan mekana girdi.Herkesin aynı noktaya odaklandığını gören Adnan gözlerini merakla herkesin baktığı yere çevirdi ve adeta kafasından kaynar sular boşaldı. Gördüklerine inanamayan Adnan o ilk şoku atlattıktan sonra tekrar silahına sarıldı ve 2 el ateş etti.Bunun üzerine ilk önce Refik, ardından da Tijen yere yığıldı. Hızını alamayan Adnan, yerdeki taze aşıklara kalan mermilerini boşaltmaya başladı. Bu yeni başlayan tutkulu aşkın ölümle noktalanacağını anlayan duygusal Refik , Tijen’in elini tuttu ve son sözlerini fısıldadı: